Hasan Sabbah ve Haşhaşiler
Tarihi olaylara,
efsanelere, hikayelere inanılmaz bir ilgi duyuyorum. Bu yazıda da sizlere, ilk
olarak lise zamanlarımda öğrendiğim ve kendileriyle ilgili birçok hikaye ve
kitap okuduğum bir örgütü anlatmak istiyorum. Dini istismarın ne derece etkili
olabileceğinin ilk örneği olabilirler. Haşhaşiler…
Tarihin ilk
suikast örgütü olarak tanımlanıyorlar. Dönemin Selçuklu Devleti yöneticilerine karşı birçok faili meçhul olay
gerçekleştiriyorlar. Ölümden korkmayan fedaileri ve yapay cennetleri var. Tabi
bir de liderleri Hasan Sabbah. İşte
sizi sıkmadan bu örgütle ilgili bilgiler şu şekilde;
Hasan Sabbah,
11. Yüzyılda İran topraklarında doğmuş. Rivayete göre Nizamülmülk, Ömer Hayyam ve Hasan
Sabbah arkadaşlarmış. Bunlardan Nizamülmülk, iktidar hırsıyla çalışıp
saraya vezir olmuş. Ömer Hayyam ise dünya işlerinden elini çekerek büyük bir
şair olmuş. Hasan Sabbah’ ın ise diğerlerinden farklı bir hikayesi var.
Araştırmayı ve
öğrenmeyi çok seven Sabbah, dini eğitim yanında astronomi, matemetik ve fizik
gibi konularda eğitim alarak kendini geliştirmiş. Bu özellikleri sayesinde
kendisini Büyük Selçuklu sarayına kabul ettirmiş.
Sarayda Sultan
Melikşah ve veziri Nizamülmülk’ e hizmet etmeye başlamış. Zekasıyla insanları
etkilemeyi başaran Sabbah, giderek gücünü artırıyormuş. Bu yükselişi tehlike
olarak gören Nizamülmülk, Hasan Sabbah’ ı sarayda itibarsızlaştırarak en
sonunda kovulmasını sağlamış.
Saraydan kaçıp
sürgün hayatı yaşayan ve intikam yeminleri eden Sabbah, ilk olarak Mısır’ da
haşhaşla(afyon) tanışır ve etkilerinin farkına varır. Ardından İran
topraklarına yerleşerek kendi öğretilerini insanlara aktarmaya başlar. Giderek
artan popülaritesiyle Selçuklu Devleti tarafından düşman ilan edilir. Hasan
Sabbah da Selçuklularla daha rahat mücadele edebilmek için Alamut Kalesi’ni ele
geçirir ve orada yaşamaya başlar.
Alamut Kalesi’nin
kitaplarda tasviri:
Kale geniş bir vadiye egemen konumdaki büyük bir kayalık üzerine inşa edilmişti. İki bin metre yükseklikteki kale, kayanın tabanının yüzlerce metre üzerinde, yalnızca sarp ve dolambaçlı bir patikadan çıkılabilen bir yerde bulunmaktaydı. Rivayete göre kale Deylem krallarından biri tarafından inşa edilmişti. Kral kartalını salmış, kartal ise bu kayalığa konmuş, böylece kalenin yapımına başlanmıştı. Ve kaleye "kartalın öğretisi" anlamında "Aluh Amut" ismi verilmişti.
Hasan Sabbah,
Alamut'a yerleştikten sonra 34 yıl boyunca buradan hiç ayrılmamıştır.
Rivayetlere göre Alamut'taki kendi odasından bile sadece birkaç kez
çıkmıştır. Bu süreçte gizli bir örgüt kurmuştur, Haşhaşiler.
Burada fedailere
felsefe, edebiyat, yabancı dilin yanı sıra suikast eğitimi de verilirdi.
Böylece toplum içerisinde kendini belli etmeyen, eğitimli birer suikastçiler
yetişmeye başladı. Fedailerin kendisine bağlılığını artırmak için haşhaş
kullanıyordu. Bu sebeple örgüt haşhaşiler diye anılmaya başlandı. Onları cennet
vaadiyle kandırıp, kendisi için gözünü kırpmadan ölecek fedailer
yetiştiriyordu.
Örgüte yeni
katılanları etkilemek için ise şunları yapıyordu:
Misafirine istediği kişiyi cennete gönderebildiğini söyleyen Hasan Sabbah, ona bir yemek ikram eder ve yemeğin içine de haşhaş konur. Haşhaşı yiyen adam uyuşturucu etkisiyle bayılır. Adam bayılmış haldeyken "cennet bahçelerine" götürülür. Gözünü açtığında ırmaklar, yeşillikler, çiçekler, her türlü meyve ve yiyecekler ve güzel kızlarla karşılaşır. Gözlerine inanamayan adamın yanına huri gibi güzel bir kız gelir ve bizden ne dilerseniz dileyin, Hasan Sabbah hazretlerinin emridir yerine getirilecek der. Adam orada kaldığı süre içerisinde istediğini yer, istediğini içer, istediği kadınla yatar, muhteşem şekilde ağırlanır.
Adam memnun edildikten sonra, gitme zamanı gelince son yemeğine yine haşhaş konulur. Adam bayılır ve baygın halde tekrar Hasan Sabbah'ın yanına gönderilir. Uyanınca karşısında Hasan Sabbah'ı görür. Cennetin kendi elinde olduğunu söyleyen Sabbah, kendisine itaat ederse ve bu uğurda ölürse, cennete gidebileceğine adamı ikna eder.
Bunu duyan adam Hasan Sabbah için bir an önce ölüp cennete gitme aşkıyla yanar kavrulur. Bu nedenle de ölüm gösterileri ve intihar şovlarda bu adam ve bunun gibi fedailer gözünü kırpmadan kendini öldürebilmektedir. Haşhaşilerin cesaretinin sebebi budur.
İngilizcede
suikastçi anlamına gelen “Assasin”
kelimesinin kökü de haşhaşiden geldiği söylenmektedir.
Yıllar boyu, Hasan Sabbah’ ın emir
verdiği fedailer, yine onun istediği kişilere suikast düzenliyorlardı. Onu
saraydan kovduran Nizamülmülk de, çadırında bir Haşhaşi tarafından öldürülmüş
ve Hasan Sabbah, tarihin ilk siyasi cinayet azmettiricisi olmuştur. Böyle
birçok faili meçhul cinayetlere ismini yazdıran Haşhaşilerin hiçbir fedaisi
yakalanamamıştır. Çünkü suikastı başarıyla tamamlayan fedailer, cennete gitmek
için hemen kendilerini de öldürüyorlardı.
Bu şekilde devam eden süreçte Selçuklu
Devletine büyük zarar veren Hasan Sabbah, zamanla ağır bir hastalığa yakalanır.
Vefat etmesinin ardından aynı düzeni devam ettirmeye çalışan Haşhaşiler, çok da
bir süre geçmeden Moğollar tarafından Alamut Kalesi’ nin yıkılmasıyla bir
devrin sonuna gelmiş olurlar.
Hala sıkılmadan
okuyup devam edenler için bir ek bilgi daha. Ünlü seyyah
Marco Polo, seyahatleri sırasında onları tanıma fırsatı bulmuş ve kitabında
şöyle bahsetmiştir:
“Şeyh, iki dağ arasındaki vadinin girişlerini kapattırmış ve burayı
her türlü meyvenin yetiştiği, eşi benzeri görülmemiş güzellikle bir bahçeye
çevirtmiştir. İçerisine akla hayale gelmeyecek görkemli köşkler ve saraylar
inşa ettirmiştir. Kanallardan şarap,
süt ve bal akmaktadır. Dünya güzeli hurilerin ellerindeki çalgılardan en hoş
tınılar, dudaklarından en hoş şarkılar dökülür, dansları izleyeni büyüler.
Şeyhin gayesi, tebaasını buradan öte bir cennetin olmadığına inandırmaktır…
Haşhaşiler olarak ayırdıklarının haricinde kimse bahçeye alınmıyordu.
Bahçenin girişinde her türlü saldırıya karşı koyabilecek güçte bir kale vardı.
Bizzat kendi maiyeti altına almak üzere sarayında barındırdığı on iki ila yirmi
yaş arası gençlere, tıpkı Hz. Muhammed gibi cennet hikâyeleri anlatıyordu;
Sarazinler (Araplar) Muhammed’e nasıl inanıyorlarsa, gençler de aynı inançla
ona bağlıydılar. Önce kendilerine uyuşturucu bir iksir içirip, ardından dörderli, altışarlı
ya da onarlı gruplar halinde bahçesine götürüyordu. Böylece gözlerini açtıkları
vakit gençler kendilerini dillere destan bahçede buluyorlardı.
Bizim İhtiyar dediğimiz Efendi,
sarayını alabildiğine görkemli bir hale getirerek, basit dağlı halkı,
kendisinin yüce bir peygamber olduğuna inandırmıştı. Haşhaşilerden birini bir
göreve yollamak istediği vakit, aynı iksirle bu kez sarayına taşıtıyordu…
Şeyh’in huzuruna çıkarılıyordu ve genç adam gerçek bir peygamberin huzurunda
olduğuna canı gönülden inanarak önünde hürmetle secde ediyordu. Şeyh nereden
geldiğini sorduğunda, cennetten geldiğini ve burasının Muhammed’in Kuran’da
sözünü ettiğinin tıpatıp aynısı olduğunu söylüyordu. Bu da şüphesiz, yanında
hazır bekleyen ve bahçeye henüz kabul edilmemiş olanların bir an için dahi olsa
oraya gitme arzularını kamçılıyordu.
Şeyh bir hükümdarın kanını
istediğinde bu gençlerden birine şöyle diyordu: “Git ve şunu öldür, geri
döndüğünde meleklerin seni cennete taşıyacaklar. Ölsen dahi, meleklerini
yollayıp seni cennete getirteceğim.” Bu sözlerle, geri dönmek için can attığı
cennetin anahtarına ilelebet sahip olduğuna inanan genç, sabırsızlıkla düşmanı
katletmeye koşuyordu. Şeyh kimin ölümüne karar vermişse, müritleri hazır sırada
bekliyordu. Uzak yakın bütün hükümdarların yüreğine saldığı korkuyla, onları
kendisiyle iyi geçinmeye mecbur kılıyordu.”
Haşhaşilerle ilgi daha fazla şeyi merak ediyorsanız size önerebileceğim kitap:Fedailerin Kalesi Alamut -Vladimir Bartol
Her dönem dikkatleri üzerine çekmeyi başarıyor
YanıtlaSil